Bir mobing hikayesi bu.
Bir arkadaşın başından geçen.
Bir şehirde, bir şirkette. Nerede
ve neresi olduğunun önemi olmadan.
Bir mobing hikayesi bu.
Bir işyerinde; yıldırma,
bezdirme, dışlama, küçümseme hikayesi. Yalnızlığa, depresyona, kalp
hastalıklarından hipertansiyon nöbetlerine dek uzanan karanlık ve hastalıklı
günlerin kucağına iten bir sürecin gelişiminin hikayesi.
Bir şehirde, bir şirkette, bir
arkadaşın başından geçen.
Belki sizsiniz o arkadaş, belki
siz de olabilirsiniz… belki farkındasınız, belki henüz değilsiniz. Az da olsa
bir yakınlık hissediyorsanız anlatılanlara; siz de bir mobing mağduru
olabilirsiniz.
Yerin
önemi yok. Büyüklüğüyle, işlevsel ve yönetsel profesyonelliğiyle övünen bir
kuruluş. Bunu yaparken de çalışanının bir kısmını kayıran bir kısmını ezmekten
çekinmeyen bir kuruluş. Profesyonellikten dem vururken, saman altından su
yürütürcesine kendiyle çelişen yönetsel hatalar, yönetsel uygulamalar,
baskılar, tacizlerin yoğun yaşandığı bir yer. Öyle ki çalışanın mağruz kaldığı
haksız uygulamalar karşısında elinin kolunun bağlandığı, sesini yükseltemediği,
her an kapı önüne konulma korkusuyla çalıştığı bir ortam. İşinde yükselmek için
çok çalışmanın değil, çok insan tanımanın öncelikli olduğu bir yer.
Yazıda
örnekleyeceğim arkadaş üniversite mezunu. Yükseklisansını da tamamlayarak
branşıyla ilgili pozisyonda göreve başlamış. Bildiği ve eğitimini aldığı,
geçmişinde de sürdürdüğü işle ilgili olarak çalışıyor olmaktan memnun olması
gerekirken, daha yolun başında kurumda eski olan, yönetime ve siyasete bulaşmış
kişilerin çocuklarının önceliği dikkate alınarak alt basamaklarda görevini ifa
etmek üzere masabaşı işine başlamış. Bu süreçte yaptığı işlerle ilgili olarak
adı anılmamasına, yaptıklarının amirleri tarafından sahipleniyor olmasına
aldırmadan çalışmaya devam etmiş. Kısa bir süre sonunda yönetsel değişiklikten
dolayı mevcut yeni siyasi gücün adamlarına yer açmak adına çalışma
arkadaşlarıyla birlikte kurumun farklı bölümlerine dağıtılmışlar. Kimi işçi
olarak, kimi de yine masabaşı görev diye tanımlanan ancak eğitim ve bilgi
birikimlerine tamamen yabancı bölümlerde görevlendirilmişler.
Böylece;
tamamen yabancı olduğu bir görev, çoğunluğunu mühendislerin oluşturduğu bir
ortam ve ağzıyla kuş tutsa mühendis olmadığı için yükselme şansının bulunmadığı
bir hiyerarşinin ortasında bulmuş kendisini bu arkadaş.
İlk
karşılama, yükselme ya da derece alma zamanı gelmiş ağbilerden gelmiş. Neden
buraya gönderttin kendini diye. Çünkü üniversite mezunu olması onlar için
derecelenme sırasında bir tehdit oluşturuyormuş. Kendi isteğiyle gelmediği,
sürgüne gönderildiği anlaşıldıktan sonra yavaş yavaş işi öğrenmeye, aktif
görevler almaya da başlamış. Öyle böyle derken 10 yılı aşkın bir süre sürgüne
gönderildiği bu müdürlükte çalışarak işin uzmanı olarak görevine devam etmiş.
Ancak yine de çok çalışmasının geleceğine dair kurumiçi manevi bir değer katmayacağının
da farkındalığını her zaman hissettirmiş amirleri kendisine. öyle ki; o 10
yılın sonunda yeni mezun biri işe başladığında, sadece mühendislik bölümü
mezunu olduğu için kendisine amir olarak tayin edilmiş. Aynı şey diğer çalışma
arkadaşları için de geçerliymiş üstelik. Şirketin insan kaynaklarının
belirttiği, mühendis uzmanın amiri değildir açıklamasının aksine, müdürlükte
sistem farklı yürütülmekte, buna hazırlanan kılıfta da mühendisler amir değil,
grup lideri adıyla tanımlanmakta imiş. Müdür ve şefe karşı sorumlu olunan işler
önce mühendislerin onayına sunuluyor ve yine yapılacak işler mühendisler
tarafından diğer mühendis olmayan çalışanlara tebliği ediliyormuş. Mobingin şekillenmeye
başladığı konu da buradan kaynaklanmış ve ortaya çıkmış. Arkadaşım birkaç kez
insan kaynaklarına konuyla ilgili bilgilenmek ve bilgilendirmek adına iç
yazışma ile başvuruda bulunsa da kendisine yanıt gelmeden önce amirlerine bilgi
sızdırılmış ve bu arkadaşım amirleri tarafından kendine çeki düzen vermesi,
sürekli bu konuyu gündeme getirerek işyerinde huzursuzluk yarattığı yönünde
sözlü olarak uyarılmış. Hal böyle iken nizami şekilde, durumuyla ilgili olarak
insan kaynaklarına müracaat edemeyeceğini, etmemesi gerektiğini öğrenmiş
nihayetinde. Ancak müdürlük içerisinde iş dağıtımı yapılırken mühendislerin
kontrol sorumlulukları bahane edilerek minimum görevle ve amirlere yakınlığıyla bilinen kişilerin de
daha az iş verilerek –onun yaptığı iş az ama
daha önemli- denilerek ödüllendirilmesine de gözyummaları istenmiş
sürekli. İşinize gelirse, ya bu deveyi güdersiniz ya bu diyardan gidersiniz
denilerek de gözdağı verilmeye başlanmış amirleri tarafından. Hatta çoğunluğu
üniversite mezunu olmasına rağmen, arkadaşım ve mühendis olmayan diğerlerine,
ilkamirleri tarafından; madem rahatsızsınız siz de okuyup mühendis olsaydınız
denilmiş sürekli. Arkadaşım bunları anlatırken bazen acaba taraflı mı
düşünüyor, acaba rahatsız olduğu durumları abartıyor ve kendince farklı mı
yorumluyor diye düşündüm elbet. Ancak bahsettiği şeylerin çoğunu kayıt altına
aldığını söyleyip bana da bunları dinlettikten sonra kendisine hakvermekten
başka yapacak bir şeyin olmadığı aşikar görünüyordu. Kayıtlarda ilkamiri, yeni
başlayan mühendisleri mesai bitiminde masasına çağırıp sözlerini dinletmek ve
iş yaptırmak için nasıl davranmaları gerektiğini anlatırken, rahatsız olan
varsa o zaman okuyup onlar da mühendis olsalardı diyordu. Hatta bayan
çalışanlar için gitsinler evlerinde otursunlar beğenmiyorlarsa diyerek cinsiyet
ayrımı yapmayı da normal görüyor bu söyleminde. Üniversitelerin başka ya da
ilgili bölümlerinden mezun olmalarına rağmen sırf mühendis olmadıkları için
diğer çalışanları ikinci sınıf kılıyordu bu konuşmalar. Hatta aynı müdürlükte
çalışan bir erkek mühendis, başka bir çalışan evli bayana telefonundan cinsel
taciz içeren mesajlar gönderdiği için savunması istenmesi ve konunun insan
kaynaklarında ilgili makama iletilmesi gerektiği halde, mobing olduğu bariz
olan bu konuda resmi hiçbir işlem yapılmamış ve bu durum mobinge mağruz kalan
bayan personelin işyerinde, amirlerinin yanında sinir krizleri geçirmesine
sebep olmuş. Mevcut kamera görüntülerinde bayan personel “
ben bu cinsel tacize boyun eğmek zorunda değilim” diye ağlarken, amiri de hemen
yanında dikilip izliyor. Sonuç? Sonuç yukarıda anlattığım gibi, bunlara sebep
olan mühendis, branşıyla ilgili başka bir bölüme –ki o da çok daha sonraları-
geçiş yaptırılarak korunmuş. Bu duruma boyun eğmeyen ve konuyu açıklayan bayan
personel ise diğer erkek çalışanların çoğu tarafından kendisiyle konuşulmayarak
ve hatta hakaret edilerek dışlanmış. İdari anlamda konuyla ilgili müdürlüğün
hiçbir resmi müracaatı olmamış. Hem mobing hem de işyerinde kadın erkek
ayrımcılığı için bu örnek bile yeter ve artar denilebilir. Şu da var ki;
arkadaşım işten ayrılırken bölümün genel müdür yardımcısı kendisine bu konuyu
bilip bilmediğini soracak kadar durumdan haberdarmış. Yani ilk amirinden nihai
amirine dek herkes biliyor ve susuyor durumdaymış. Genel müdür yardımcısının bu
konu hakkında bilgi almak üzere soru sorması da yine bahsettiğim konuşma
kayıtlarında mevcut.
Sadece bu
değil, daha birçok haksız uygulama ve konunun uzmanı her kişinin mobing olarak
nitelendireceği uygulamalar ve hitaplar da bu kayıtlarda yeralıyordu. Arkadaşım
benim de başta düşündüğüm gibi birgün başına gelenleri, mağruz olduğu haksız
durumları, çirkinlikleri anlatırken abartıyor mu yalan mı söylüyor acaba diye
düşünenler olabilir diyerek çalışma hayatının son dönemlerinde sağlığı ve
kariyerini ciddi şekilde tehdit eden, kapalı kapılar ardında kendisine
yöneltilen söylemleri kamera ile kayıt altına alma ihtiyacı duymuş. İyi de
yapmış aslında. Çünkü bu şekilde, savunduğu ve anlattığı şeylerin inkar
edilecek bir yanı kalmamış.
Sözkonusu şirketin
büyük bir yerleşim yerinde olmamasından kaynaklı olarak, çoğu çalışan gibi, amir
ve kilit noktalarda görev yapan kişilerin de pekçoğunun çocukluktan beri ya da
sonrasından başlayarak iş dışında da sosyal anlamda birarada olmaları, tanışıyor
olmaları nedeniyle kimin kimi kime şikayet etmesi yeterli bir sonuç getirir ya
da yanıt bulur bilinmiyor ne yazık ki diyor arkadaşım. Bu nedenle birkaç kez
sözlü olarak müdürüne transferini gerçekleştirmesini söylemiş ancak müdürü hep
daha üst makamlardaki amirlerinin “bizimle çalışmak istemiyorsa bu kurumda da
çalışmasın o zaman” diyerek yol gösterebileceği şeklinde öğüt vermiş. Daha önceki
yani işe ilk başladığı amirlerine gidip geri dönüşü için yardım istediğinde de “daha
bizim durumumuz belli değil, burada sayıyı belki daha da azaltacaklar, sana
yardımcı olamayız” yanıtını almış. Oysa ki diyor arkadaşım, aynı amirler
kendilerini daha güçlü olarak sağlama aldıkları gibi, hizmet desteğinde bulunan
çalışanlarını dahi şirketin farklı noktalarında daha iyi pozisyonlarda konuşlandırmışlar.
Arkadaşım ise
hiyerarşi içinde konuyla ilgili bir düzenleme/düzeltmeye yönelik çaresizliğinin
farkına varıp, kendisi ve kendiyle aynı durumda olan diğer çalışanlar muhatap
olarak müdürlüklerinin dışına çıkamayacaklarını anladıktan sonra; daha fazla iş
verilmesi, mühendislerin çoğu işinin kendilerine yüklenmesi, iş dışında
görevler yüklenmesi neticesinde –ki;
tertip-düzen adı altında tuvaletlerde akmayan sudan, çekilmeyen sifondan dahi
sorumlu tutulduğunu ve müdüründen bir defasında tuvaletlerle ilgili azar bile
işittiğini anlatıyor arkadaşım – daha çok konuşur ve göze batar olduklarını
söylüyor. Artık diyor, toplantı bitimlerinde eee sizlerin söyleyeceğiniz bir
şey yok mu diye alay edercesine sorarak zorla konuşturmak ve diğer çalışanlar
gözünde kötü görünmemizi sağlamak üzere adeta uğraş veriyorlardı diyor. Peki dedim
sonuçta ne oldu? Basit diyor arkadaşım, yapılan işi ve bizleri değerlendiren
bir sistemi hayata geçirdiler. Amirler bizi değerlendirerek not veriyorlar
ancak biz amirlerimizle ilgili hiçbir değerlendirmede bulunamıyoruz. Böyle tek
yönlü bir baskı sistemini uygulamaya aldılar. Daha çok iş yüklemelerine ve bu
işleri hakkıyla yerine getirmemize rağmen, mutlaka notumuzu kıracak bir şey
buldular. Kimimizin bıyığı, sakalı, kimimizin konuşması, karşı çıkması bahane
edilerek notlarımız kırıldı. Kırılan notlar yani düşük notlar almamız gereken
derecelerin ve zamların iptal olmasına, notumuz yükselene dek bunlardan mahrum
olmamıza sebep oldu. Daha az çalışan ama amirlere yakınlığıyla bilinenler ve
mühendislere yüksek notlar paylaştırılırken, bizlere kalan ise sistem gereği
mutlaka birilerine verilmesi gereken düşük notlar oldu. Buna da itiraz ettik. Amirlerimiz
dalga geçer gibi bu notları kendilerinin vermediğini, -bizleri hiç tanımayan-
üst yönetimin verdiğini söylediler. Ve hatta şimdi düşük not aldınız ya bir
daha alırsanız artık kapının önüne mi koyarlar ne yaparlar bilmem diyerek
gizliden gizliye işten çıkarılmayla tehdit ettiler bizleri diyor. Ama dedim
sonuçta çıkarıldın da? Hatta başkaları da olmuş çıkan ya da çıkarılan? Çıkarılanlar
oldu evet. Ancak onlar çıkarılma sebepleriyle ilgili olarak açtıkları haklı
davalarını kazandılar. Bu konuda da kimseye bir şey söylenmedi. Asıl çıkarılması
gereken yakınlığıyla bilinenlerinse geride kanıt bırakmamak adına
bilgisayarlarına format atıldı üzerine de iyi bir puanlama ile zam aldılar diyor
arkadaşım. Herkes herşeyin farkında aslında, hatta ayrılırken insan kaynaklarına
da anlattım, açın parkyerindeki kameraların eski kayıtlarını, kim yılbaşı ve
bayramlarda arabasının bagajından kimin arabasına hediyeler aktarmış, kimler
yılbaşı bayram geldiğinde revire çıkacağım, doktora görüneceğim diye kargo
firmalarından paketlerini almaya gitmiş görün dedim diyor. Evet sonuç olarak
çıkarılandım yani kaba tabiriyle işten atılan kişi oldum ama kendimi bu mobing
ortamından kurtarabilmek, sağlığımı yeniden kazanabilmek ve ciddi olarak
hayatta kalabilmek için yapacak başka birşeyim yoktu diyor arkadaşım. Çünkü çalıştığı
ve mobingi yaşadığı dönem içerisinde tansiyon ilaçları kullanmaya başladıktan
sonra durumuna depresyon teşhisi konulmuş ve uzun süre ağır depresyon
ilaçlarıyla ayakta durabilmiş. Şimdi ise diyor, ayrıldığımdan bu yana bırakın
ilaç kullanmayı, tansiyonum birkez dahi yükselmedi ve gülmek için depresyon
ilaçları kullanmıyorum artık. Meğer ben hasta değilmişim. Meğer ben hastalıklı
bir sistem içerisinde çalışıyormuşum ve kendimde arıyormuşum sebebi. Artık kendimi
suçlamıyorum neden olmadı neden yapamadım diye diyor. Çünkü biliyorum ki beni böyle
düşünmeye iten uzun ve hastalıklı bir süreçti orada yaşadıklarım, bana ve
benzer durumdaki arkadaşlarıma yaşatılanlar. Ve devam ediyor; “ya konuşmalar ve
itirazlar kavgaya, hakarete dönüşecek ve kapının önüne konulacaktım ya da
onları rahat ettirecek şekilde ayrılmayı istiyor görünerek, yine kendilerinin
belirlediği şekilde minimum zararla çıkışım gerçekleşecekti. Öyle de oldu. Tam da
bu çatışmaların tavan yaptığı bir zamanda tepeden gelen bir kararla personel azaltımını
dillendirilmeden uygulamayı en az zararla ve kuruma laf gelmeden nasıl yapabiliriz
diye konuştuklarını anlattı müdürüm. Benim de zaman zaman transfer istemem,
burada çalışmak istemediğim durumuna dönüştürülmeye çalışıldı. Müdürüm kendisinden
istenen listedeki sayıyı tutturmakta zorlanıyordu ve kafasında belirlediği
isimleri benimle paylaşarak istersem beni de bu listeye yazabileceğini söyledi.
Aslında istiyordu da. Ancak amacı kendisinin de istediği şekilde bunu yaparken
kendinin adam atan müdür olarak görülmemesi, isteyenler ve kendince hakkedenlerin
bu listede yeralması idi. Yaklaşık 3 ay sürdü bu süreç. Bu süreç boyunca da
çalışma arkadaşlarımdan kimlerin listede yeraldığını biliyor ancak bu konuda
konuşamıyordum. Çünkü müdürüm listeyi kendisinin değil üst yönetimin hazırladığı
imajını vermek istiyordu. Kendisi bu süreçte, can yakmadan iğne yapan, eli hafif
hemşire rolünü kendine uygun görmüştü. Öyle olduğuna kendini inandırmıştı. İnanmışın
karşısında durulmaz elbet. Ama en acı olan şuydu ki; maksat yaptığı işten
yeterince yararlanılmayan personelin çıkarılmasından çok, hangi genel müdür
yardımcılığının daha çok adam atacağına dair bir yarış içerisinde olmalarıydı. Ve
bunun adına “sidik yarışı” diyordu müdürüm. Kendisinin de diğer müdürler gibi
içerisinde olduğu ve insan hayatının, çalışan kariyerinin hiçe sayıldığı
sıradan bir “sidik yarışı” idi tüm bu süreç. Sonuçta şirkete getirisi ne oldu? Hiçbir
şey elbette. Ama bizlerden alıp götürdüğü? Öncelikle ruh sağlığımız, beden sağlığımız,
kariyerimiz, geçmişimiz, geleceğimiz. Bizimle birlikte bu süreci paylaşan
ailemize olan yansımaları. Kısaca tüm hayatımızı alaşağı etti bu sidik yarışı….
“
Peki sonra
ne oldu diye sorduğumda ise kayıtları izle ve dinle diyor. Herşey bunlarda.
İzliyorum.
Müdürüyle, insan kaynakları genel müdür yardımcısıyla, kendi müdürlüğünün bağlı
olduğu genel müdür yardımcısıyla yapılan konuşmalar ve kendisiyle yapılan
pazarlıklar var bu kayıtlarda. Hatta yaşadıklarını anlattıktan, belgelerle ve
fotoğraflarla önlerine serdikten sonra kendisine hak vererek, işten çıkmak
yerine –ki bu süreç çıkarılma sürecidir dikkatinizi çekerim- başka bir bölümde,
hatta dilerse eski bölümünde çalışması için gerekenin yapılabileceği de seçenek
olarak sunulmuş. Ama arkadaşım ok yaydan çıkmıştı bir kere diyor. Başka bölüm
de olsa herkesin herkesi tanıdığı bildiği bir ortamda benim bir başka amirle
başka bir bölümde rahatça çalışabilmem mümkün olamazdı o şirkette diyor. Doğru olanı
seçtim ve ayrıldım. Atılmış gözükmeme göz yumdum. Ya atılarak da olsa ayrılacak
ya da girdiğim depresyon sonrası beliren kalp, tansiyon gibi hastalıkları
tetikleyerek ya kalp krizi ya da beyin kanaması geçirecektim” diyor ve ekliyor.
“Ben yaşamayı seçtim. İnsan gibi yaşamayı seçtim. Ailemi yalnız bırakmamayı
seçtim… kaldı ki bunu da beceremediler. Yasa gereği beni işten çıkarırlarken
savunmamı almak zorunda idiler. Böyle bir savunma benden alınmadı. Performansım
bahane edilerek çıkışım gerçekleştirildi ve bu elime yazılı olarak verildi. Oysa
ki kamera ve ses kayıtlarında bana dilersem başka ya da eski bölümümde
çalışmaya devam edebileceğim söylendi. Beni işten atarlarken haklı sebepleri
olmadığı için susmam, dava açmamam karşılığı 3-4 maaşa kadar ödeme yapmayı
teklif ettiler. Yani yaptıkları hiç bir şey yasal değildi. O günden bu yana
halen beni arayan, dert yanan, şu anda bile doktor desteği ile ruhsal anlamda
ayakta durmaya çalışan, amirleri tarafından taciz edilerek çalışmaya devam eden
arkadaşlarım var. Allah yardımcıları olsun. “
Gerçekten de
arkadaşımın anlattıklarının inkar edilecek bir tarafı olmadığını kayıtlar gösteriyor.
O şirkette yıldırma da, yalnızlaştırma da, yabancılaştırma da, duygusal taciz
ve hatta cinsel taciz de, yani kısaca MOBİNG, inkar edilemeyecek şekilde ve
boyutta uygulanıyor. İşte bunu desteklemekle kalmayıp işçi statüsündekileri
kıçını kaldırıp iş yapmayan diye tanımlayan, bunları yavaş yavaş ortamdan
azaltarak safdışı bırakmaya, yerine daha az maliyetli taşeronları geçirme
eylemini dile getiren, taşerona yaptırdığı mesaileri kılıfına nasıl uydurduğunu
anlatan, çalışma bakanlığının da dikkatini çekecek itirafların, işine son
verilen personelin dava açmaması için para teklif edildiği pazarlıkların
yapıldığı o ayrılış sürecinde kayıt altına alınan konuşmalar ki, büyüklüğü ve
profesyonelliğiyle övünürken aslında profesyonelliğin yanından bile geçemeyecek
kadar hastalıklı bir yönetim sistemine sahip olduğunun, ilk amirinden, nihai
amirine değin tam bir kurtlar sofrası tadında yönetildiğinin kanıtıdır. İnsan harcamak
bu kadar kolay olmamalı ve kimsenin yaptığı yanına kar kalmamalıdır. Hele ki bu
derece aleni, baskıcı, mobing dolu bir iş ortamı hiçbir çalışana
yaşatılmamalıdır.
Sonuç olarak
herkes herşeyin farkında, herkes herşeyi biliyor diyor arkadaşım. Ama kimse
konuşmaya cesaret edemiyor ne yazık ki.
Herkese,
iş hayatında mutluluk, huzur ve mobingden uzak günler diliyorum.
dip not: 4857 sayılı İş Kanunu’nun 19. Maddesine göre “hakkındaki iddialara karşı savunmasını almadan bir işçinin belirsiz süreli iş sözleşmesi, o işçinin davranışına ve verimi ile ilgili nedenlerle feshedilemez” şeklindedir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder